19 Temmuz 2013 Cuma

yazıATOLyesi Sayı:9 mart 2011

 Ne Yapmalı?

Rolünü beceremedi, çıkmak istedi oyundan, bırakmadılar. Hem oyundan atmak istediler, hem çıkmasını engellediler. Ne yapmak istediler?

Denedi, oyunda mutlu olmayı, göz ardı ederek bazı şeyleri. Kimi zaman sustu, kapadı gözlerini. Dayanamadı, kabullenemedi insanların tuhaflıklarını. Denedi oyunda onları sevmeyi, onlar gibi olmayı… Fakat bir türlü yakıştıramadı kendisini onların sahte dünyalarına.

Ne yapmalıydı? Çıkmalı mıydı oyundan?

Peki ya arkadakiler? Düşünceler bırakmadı peşini… Ne yapmalıydı; saklanmalı mıydı onlardan, uzaktan mı izlemeliydi onları yapmacık dünyalarına girmeden? Evet, ne yapmalıydı?

Kimse bilmiyordu, kimse bilmiyordu içindeki rutubeti; kendisini içi boşalmış bir kadavradan farksız hissettiğini…

Kimse yoktu yanında. Karanlık ilk kez korkuttu onu. Korkuları, üzüntüleri, sevinçleri… Neye üzülüp, neye sevinecekti, bir türlü karar veremedi.


Gitmeli miydi, kalmalı mı?

yazıATOLyesi sayı:9
Mart 2011

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Artık ergence değil, tamam :)

Blog adresimi oznursarikaya.blogspot.com olarak değiştirdim. Çünkü açarken arkadaşım öylesine bir ad bul, sonra değiştirebilirsin demişti. Yani benim için önemli olan bu bloğu açmaktı, sonra istediğim değişiklikleri zaten yapabilirdim. Benim de aklıma ilk olarak yellowrockosnur geldi. Herkes yellow ve rock olarak kombin yaptığımı düşünüyor, saçma ve ergence buluyor. Aslında yıllar önce ben küçükken dil bölümünde okuyan kuzenim yeni msn açmıştı yellowrock adında. Biz de sormuştuk niye sarı ve rock diye, o da Sarıkaya’nın İngilizcesi demişti J Tamam çok mantıklı değil ama o zamanlar aşırı derecede rock dinlediğim için hemen ben de yellowrockoznur adında bir msn açtım. O gün bu gündür de ismimi paylaşmak istemediğim yerlerde, site üyeliklerinde, nick name olarak falan hep onu kullanırım. Blog açarken de aklıma ilk bu geldiği için böyle oldu. Bir de ilk açtığımda böyle kişisel düşüncelerimi adımı kullanmadan paylaşacaktım. Böylece rahat rahat kendimi ifade edebilecektim. Neden sonra, bu düşüncemden vazgeçtim. Zaten bloğu twitterda paylaşıyordum yazdıkça. Yani bloğun bana ait olduğu kabak gibi ortadaydı J Böylece adımı artık insanların, ne biçim ergen gibi adres,  düşüncelerine daha fazla mahal vermeden, ben de normalleşiyorum J
Bu sene yelloworck’lı maili artık kullanmamama son etki, bir psikologtan dolayı oldu. Denemediğim şeyleri denemeyi severim. O sebeple, hep merak ettiğim psikoloğa gittim, psikolog bey mail adresimi istedi. Bense yine utana sıkıla yelloworckoznur@windowslive.com diye söyledim, o da Öznur, bence profesyonel bir adres açmalısın dedi. Bunun uzun zamandır farkındaydım elbet ama ertelenir ya böyle şeyler, kaldı işte. Neyse gittim yurda nihayet adım soyadım geçen profesyonel bir adres gmail adresi açtım, aferin bana J
Şimdi bunlardan bana ne diyebilirsiniz, mantıklı. Ne bileyim işte paylaşmak istedim sadece J

14 Temmuz 2013 Pazar

#herkesçocukkenbirazsaftır :)

Herkes çocukken biraz saftır. Ben de öyleydim J


Geçmişe dair çok şey hatırlarım. İlkokulda sınıf sınıf nerede ve kimlerle oturduğumu, olayları, küçücük ayrıntıları bile…
Küçükken ablam bir keresinde demişti ki televizyondaki insanlar da bizi görüyor. Ona göre uslu durun evde. İnanın yaklaşık 10 15 dakika televizyonun önünde düzgünce oturup hanım kız gibi davranmıştım. Ne var ki sonradan anlamışım ki koşa koşa ablamın yanına gidip beni kandırdığına emin olmak istemiştim J

Yağmurlu bir gündü. Annem bana ve ikizime ablamdan ve abimden kalan yağmur çizmelerini giydirmişti. Biz de zorla giydik hiç beğenmiyorduk onları çünkü. Bütün bir gün boyunca o çizmeleri kimse görmesin diye ikizimle hiç dışarı çıkmamıştık. Hatta sıradan bile kalkmamıştık! Şimdiyse o çizmelere bilmem kaç lira verdim ve keyifle giyiyorum. Moda ya hani(!) Ne tuhaf değil mi?

1.sınıfa yeni başlamıştık. İkizimle el ele tutuşup teneffüs boyunca gezerdik. Annem tembihlemişti herhalde birbirinizin elini sakın bırakmayın diye. Abiler, ablalar yanımıza gelip siz sevgili misiniz diye sorduklarında acayip şaşırıyorduk. Yoo biz kardeşiz diyorduk sadece. Bilinçaltımıza el tutuşmamızın hoş olmadığı fikrini kazımışlardı, haberleri yoktu. Yan yana oturuyorduk ikizimle. Ta ki bir gün öğretmen bizi ayırana kadar… Eve gidip ağlamıştık öğretmen bizi ayırdı diye. Ayırdı dediğim, Özgür’ü arka sıraya gönderip yanıma bir kız oturtmuştu. Çok uzaklaşştık yani J Abim ve ablamla aynı okuldaydık o zaman. Öğretmenle konuştular, o da arkadaş edinmemiz için bunun daha doğru olduğunu söylemiş. O gün bu gündür ayrıyız J

Ben çocukken çok inatçıydım. İstemediğim hiçbir şeyi yaptıramazlardı bana. Bir gün banyodan sonra annen bana koltuk altı aşağı doğru yırtılmış bir atlet giydirmeye kalktı. Ne cüret! Süslü bir kıza öyle bir atlet giydirilir mi hiç! Bastım çığğı, ben bunu giymeeeeeem diye. Annem de tepkime şaşırmış olsa gerek zorla giydirmeye başladı. İnat değil mi giymeyecektim işte. Üstümde giydirmeye çalışırken daha da yırtılmış atletimle annemin kolları arasından sıyrılıp evden kaçtım. Öyle hızlı koşuyordum ki, peşimde 4 kişi(annem, abim, ablam, Özgür) beni yakalamaya çalışıyordu. Nefes nefese son hızımda koşuyordum. Bir yandan da onca insan beni yakalayamadığı için de keyifleniyordum. Mahalleyi tavaf etmeme ramak kala karşıma biri çıktı (sanırım Özgür’dü) ve yakalandım. Büyük bir zafer ve mağlubiyet küçük bedenimi kuşatmıştı. Bir taraftan 4 kişi beni dakikalarca yakalayamamıştı, diğer taraftan, yakalanmıştım J

Bir keresinde annemle pazara gitmiştik. Annemin elini bir an bırakmıştım ya da o bırakmıştı. Sonra yukarı bakmadan elimi uzattım ve elini tuttum. Bir gaiplik sezdim ve bir baktım ki elini tuttuğum kadın başka biri. Hemen bıraktım ve eve gitmeye çalıştım. J

4. sınıftaydık. 3lü bir arkadaş grubumuz vardı. Beraber çok vakit geçiriyorduk. İçlerinden biri “Witch” dergisi okuyordu, sonra hep beraber okumaya başladık. Bir de baktık ki kendimizi peri sanmaya başladık. Üstelik o zaman “Sihirli Annem” tarzında diziler bile yoktu. Yani onlardan öce biz zaten periydik J Dalga geçmiyorum biz gerçekten peri oluğumuza inanıyorduk. Sihir bile yapıyorduk. Ben gözlerimle yapıyordum, diğerleri elleriyle yapıyorlardı. Kendimizi test etmek için deneyler yapardık. Maç oynayan öğrencilere bakıp “Bak şimdi şu çocuğa sihir yapıp düşüreceğim” tesadüf bu ya gerçekten de düşüyordu J Böyle bir sürü deney yaptık, nerdeyse hepsi de olası şeylerdi ve oldu. Bu da bizi gerçekten peri olduğumuza inandırmaya yetmişti. (aslında bu üçümüz arasına bir sırdı ama artık koca kızlar olduk, sihir mihir de yapamıyoruz zaten açıklayabilirim diye düşündüm. J)

Okula giderken yokuşun sol tarafına bir petrol vardı. Okula giderken hep dikkatimi çekerdi; oraya hep gökkuşağı düşerdi. Yerde rengarenk… Ayağımla şeklini değiştirmeye çalışırdım geçerken. Merak ederdim hep nasıl gökkuşağı düşer diye. Biraz büyüyünce anladım ki, yere dökülen petrolün üzerine su gelince rengarenk oluyormuş. Hayal kırıklığına uğramıştım; keşke hiç büyümeseymişim L

Benim için en karizmatik isim Ercüment’ti. Mercime
ğe benzetirdim ama yine de o ismi taşıyan adam çok havalı gelirdi bana. Bir diziden falan etkilenmiştim her halde J

İkizimle bir gün yüzüyoruz denizde (yüzüyoruz derken, yürüyoruz J) sanırım 8 yaşında falandık. Sınıf öğretmenizi gördük, hiç de sevmezdik okul dışına öğretmenle karşılaşmayı. Neyse öğretmen sahilde güneşleniyordu, biz de girdik denize. İkimizin ortak kararıydı; öğretmene rezil olamamak için yüzüyor taklidi yapmaya başladık. Yürürken ayaklarımızı hafif kırarak ellerimizle kulaç atıyorduk ve öğretmenizi kandırıyorduk(aklımızca) J

Bir gün Özgürle yine okuldayız. Sene 1999, deprem yılı, biz 1.sınıftayız. Kocaeli, depremi yaşayan bir yerdir. Neyse, dersteyiz, birden öğretmen apar topar hepimizi dışarı çıkardı. Biz tabi anlamadık noluyo diye. Herkes dışarıdaydı. Yine el ele tutuştuk ve bahçede gezinmeye başladık. Bakıyoruz, herkes ağlıyor. Biz de oyun yaptık kendimize, gördüğümüz herkese, bu da ağlıyo, bu da ağlıyo diyorduk. Saydık saydık, epey kişi ağlıyordu. En son cesaretimizi topladık ve birine sorduk. Şey, abla herkes neden ağlıyo? –Deprem oldu canım az önce. Der demez ben ağlamaya başladım.(jeton geç düşş J) Abartmıyorum, eve gidene kadar ağladım, özgür de güldü.(o hep güler zaten J) Eve geldik annem ağladığımı gördü, neden ağlıyor kardeşin, diye sordu. Özgür de anlattı, annem kızdı ağladığım için, ağlanır mıymış hiç J

Ablamın bir hastalı
ğı vardı, doktora gitti, filmini çekmişler. Annem eve geldi, ablanın filmini çektiler dedi. Özgürle ben de heyecanlandık. Nası yaa dedik hemen televizyonu açtık J Annem de öyle film değil dedi. Ne bilelim 6 yaşında çocuklarız, film deyince televizyondaki şeyden başka bir mana bilmiyoruz ki. J

Bir şeyler oldu, ben bu röntgenden çok korkar oldum. Öyle böyle değil, korkumdan geceleri uyuyamazdım. Ne hikmetse o zamanlar, herkesin bir yerlerine bir şeyler oluyordu. Hastaneye giden röntgenle geri geliyorlardı. Ablamın beli ve kafatası, abimin ayağı ve ağzı, annemin de bacaklarının röntgeni vardı evde. Kabus gibi! Bense bunları zihnimde birleştirip bir iskelete dönüştürüyordum. Hep dua ederdim: Allaam işşalla bi yerime bişey olmaz da bana da röntgen çekmezler, amin. J

Nalan diye bir şarkıcı var, şu sıralar meydanda olmasa da o zamanlar epey popülerdi. Aslında gözleri o kadar da çekik olmamasına rağmen ben onu nedense Çinli zannederdim J Bir gün ablamlara söyledim bana hepsi nasıl güleceğini bilemedi J Mantığa bak Çinli ama maşallah Türkçe konuşmayı geçmiş, şakımaya başlamış J

Küçük Onur diye bir çocuk vardı ki, o benim prensimdi. Dizisini hiç kaçırmaz, pür dikkat izlerdim. Çok süslü bir çocuktum, aynanın karşısında hep saçlarımı tarardım. Bir gün fark ettim ki, saçlarımı küçük Onur’un saçları gibi taramaya çalışıyorum, hem de tarağı ıslatıp da J

Gülben Ergenle Hülya Avşar’ın kavgasında Gülben Ergen’i, popstarda Abidin’i tutardım. Hatta Abidin kazansın diye her gece yatmadan dua bile ederdim. Kazanınca da sevinçten annemin kucağına atlamıştım. (Ee, kazandı da nooldu, sana bi hayrı mı dokundu? Çocuktuk işte, bilemedik saçmalık olduğunu.)

Yeşilçam filmleri evimizin neşe kaynağıydı.(hala daha öyle) Güdük Necmi karakterini yıllarca Düdük Necmi sanıp niye adama düdük diyorlar diye düşünmüştüm.

Daha düşünsem bir bu kadar daha çıkar çocukluktaki saflıklarım ama upuzun bir yazı oldu zaten. Bilirim insanın okuyası gelmez.

Siz de yorum yaparak kendi çocukluğunuzdaki saflıklarınızı anlatsanıza, çok eğlenceli J

***Not: Saftım diye döşedim de bu küçükken çok akıllı bir çocuk olduğum gerçeğini değiştiremez, 6 yaşında okumayı söken, sınıfımın en iyilerindendim. Sınıfımın müzik öğretmenliğini üstlenmiştim, resimlerim ve yazım çok iyiydi. OKS’yi dershaneye gitmeden kazandım falan filan, anlatmayayım şimdi, kendimi övmeyi sevmem J ***