Herkes çocukken biraz saftır. Ben de
öyleydim J
Geçmişe dair çok şey hatırlarım. İlkokulda sınıf sınıf nerede ve kimlerle oturduğumu, olayları, küçücük ayrıntıları bile…
Küçükken ablam bir keresinde demişti ki televizyondaki insanlar da bizi
görüyor. Ona göre uslu durun evde. İnanın yaklaşık 10 15 dakika televizyonun önünde düzgünce oturup hanım kız gibi
davranmıştım. Ne var ki
sonradan anlamışım ki koşa koşa ablamın yanına gidip beni kandırdığına emin olmak istemiştim J
Yağmurlu bir gündü. Annem bana ve ikizime ablamdan ve abimden kalan
yağmur çizmelerini
giydirmişti. Biz de zorla
giydik hiç beğenmiyorduk onları
çünkü. Bütün bir gün boyunca o çizmeleri kimse görmesin diye ikizimle hiç dışarı çıkmamıştık. Hatta sıradan bile kalkmamıştık! Şimdiyse o çizmelere bilmem kaç lira verdim
ve keyifle giyiyorum. Moda ya hani(!) Ne tuhaf değil mi?
1.sınıfa yeni başlamıştık. İkizimle el ele tutuşup teneffüs boyunca gezerdik. Annem
tembihlemişti herhalde
birbirinizin elini sakın bırakmayın diye. Abiler, ablalar yanımıza gelip siz
sevgili misiniz diye sorduklarında acayip şaşırıyorduk. Yoo biz kardeşiz diyorduk sadece. Bilinçaltımıza el tutuşmamızın hoş olmadığı fikrini kazımışlardı, haberleri yoktu. Yan yana oturuyorduk
ikizimle. Ta ki bir gün öğretmen bizi ayırana
kadar… Eve gidip ağlamıştık öğretmen bizi ayırdı diye. Ayırdı dediğim, Özgür’ü arka sıraya gönderip yanıma bir kız oturtmuştu. Çok uzaklaşmıştık yani J Abim ve ablamla aynı
okuldaydık o zaman. Öğretmenle konuştular, o da arkadaş edinmemiz için bunun
daha doğru olduğunu söylemiş. O gün bu gündür ayrıyız J
Ben çocukken çok inatçıydım. İstemediğim hiçbir şeyi yaptıramazlardı bana. Bir gün banyodan sonra annen bana koltuk
altı aşağı doğru yırtılmış bir atlet giydirmeye kalktı. Ne cüret! Süslü bir kıza
öyle bir atlet giydirilir mi hiç! Bastım çığlığı, ben bunu
giymeeeeeem diye. Annem de tepkime şaşırmış olsa gerek zorla giydirmeye başladı. İnat değil mi giymeyecektim işte. Üstümde giydirmeye çalışırken daha da yırtılmış atletimle annemin
kolları arasından sıyrılıp evden kaçtım. Öyle hızlı koşuyordum ki, peşimde 4 kişi(annem, abim,
ablam, Özgür) beni yakalamaya çalışıyordu. Nefes nefese son hızımda koşuyordum. Bir yandan da onca insan beni yakalayamadığı için de keyifleniyordum. Mahalleyi tavaf
etmeme ramak kala karşıma biri çıktı
(sanırım Özgür’dü) ve yakalandım. Büyük bir zafer ve mağlubiyet küçük bedenimi kuşatmıştı. Bir taraftan 4 kişi beni dakikalarca yakalayamamıştı, diğer taraftan,
yakalanmıştım J
Bir keresinde annemle pazara gitmiştik. Annemin elini bir an bırakmıştım ya da o bırakmıştı. Sonra yukarı bakmadan elimi uzattım ve
elini tuttum. Bir gaiplik sezdim ve bir baktım ki elini tuttuğum kadın başka biri. Hemen bıraktım ve eve gitmeye çalıştım. J
4. sınıftaydık. 3lü bir arkadaş grubumuz vardı.
Beraber çok vakit geçiriyorduk. İçlerinden biri “Witch” dergisi okuyordu,
sonra hep beraber okumaya başladık. Bir de baktık
ki kendimizi peri sanmaya başladık. Üstelik o zaman
“Sihirli Annem” tarzında diziler bile yoktu. Yani onlardan öce biz zaten
periydik J Dalga geçmiyorum biz gerçekten peri oluğumuza inanıyorduk. Sihir bile yapıyorduk.
Ben gözlerimle yapıyordum, diğerleri elleriyle
yapıyorlardı. Kendimizi test etmek için deneyler yapardık. Maç oynayan öğrencilere bakıp “Bak şimdi şu çocuğa sihir yapıp düşüreceğim” tesadüf bu ya gerçekten de düşüyordu J Böyle bir sürü deney yaptık, nerdeyse hepsi de olası şeylerdi ve oldu. Bu da bizi gerçekten peri olduğumuza inandırmaya yetmişti. (aslında bu üçümüz arasına bir sırdı ama
artık koca kızlar olduk, sihir mihir de yapamıyoruz zaten açıklayabilirim diye
düşündüm. J)
Okula giderken yokuşun sol tarafına bir petrol vardı. Okula
giderken hep dikkatimi çekerdi; oraya hep gökkuşağı düşerdi. Yerde rengarenk… Ayağımla şeklini değiştirmeye çalışırdım geçerken. Merak ederdim hep nasıl
gökkuşağı düşer diye. Biraz büyüyünce anladım ki, yere dökülen petrolün üzerine
su gelince rengarenk oluyormuş. Hayal kırıklığına uğramıştım; keşke hiç büyümeseymişim L
Benim için en karizmatik isim Ercüment’ti. Mercimeğe benzetirdim ama yine de o ismi taşıyan adam çok havalı gelirdi bana. Bir diziden falan etkilenmiştim her halde J
İkizimle bir gün yüzüyoruz denizde (yüzüyoruz derken, yürüyoruz J) sanırım 8 yaşında falandık. Sınıf
öğretmenizi gördük,
hiç de sevmezdik okul dışına öğretmenle karşılaşmayı. Neyse öğretmen sahilde güneşleniyordu, biz de girdik denize. İkimizin ortak kararıydı; öğretmene rezil olamamak için yüzüyor taklidi yapmaya başladık. Yürürken ayaklarımızı hafif kırarak
ellerimizle kulaç atıyorduk ve öğretmenizi kandırıyorduk(aklımızca) J
Bir gün Özgürle yine okuldayız. Sene 1999,
deprem yılı, biz 1.sınıftayız. Kocaeli, depremi yaşayan bir yerdir. Neyse, dersteyiz, birden öğretmen apar topar hepimizi dışarı çıkardı. Biz tabi anlamadık noluyo diye.
Herkes dışarıdaydı. Yine el
ele tutuştuk ve bahçede
gezinmeye başladık. Bakıyoruz,
herkes ağlıyor. Biz de oyun
yaptık kendimize, gördüğümüz herkese, bu da
ağlıyo, bu da ağlıyo diyorduk. Saydık saydık, epey kişi ağlıyordu. En son cesaretimizi topladık ve birine sorduk. Şey, abla herkes neden ağlıyo? –Deprem oldu canım az önce. Der demez ben ağlamaya başladım.(jeton geç düşmüş J) Abartmıyorum, eve gidene kadar ağladım, özgür de güldü.(o hep güler zaten J) Eve geldik annem ağladığımı gördü, neden ağlıyor kardeşin, diye sordu. Özgür de anlattı, annem
kızdı ağladığım için, ağlanır mıymış hiç J
Ablamın bir hastalığı vardı, doktora gitti, filmini çekmişler. Annem eve geldi, ablanın filmini çektiler dedi. Özgürle ben de heyecanlandık. Nası yaa dedik hemen televizyonu açtık J Annem de öyle film değil dedi. Ne bilelim 6 yaşında çocuklarız, film deyince televizyondaki şeyden başka bir mana bilmiyoruz ki. J
Bir şeyler oldu, ben bu röntgenden çok korkar
oldum. Öyle böyle değil, korkumdan
geceleri uyuyamazdım. Ne hikmetse o zamanlar, herkesin bir yerlerine bir şeyler oluyordu. Hastaneye giden röntgenle geri geliyorlardı. Ablamın
beli ve kafatası, abimin ayağı ve ağzı, annemin de bacaklarının röntgeni vardı
evde. Kabus gibi! Bense bunları zihnimde birleştirip bir iskelete dönüştürüyordum. Hep dua ederdim: Allaam işşalla bi yerime bişey olmaz da bana da röntgen çekmezler, amin. J
Nalan diye bir şarkıcı var, şu sıralar meydanda olmasa da o zamanlar epey
popülerdi. Aslında gözleri o kadar da çekik olmamasına rağmen ben onu nedense Çinli zannederdim J Bir gün ablamlara söyledim bana hepsi nasıl güleceğini bilemedi J Mantığa bak Çinli ama maşallah Türkçe konuşmayı geçmiş, şakımaya başlamış J
Küçük Onur diye bir çocuk vardı ki, o benim
prensimdi. Dizisini hiç kaçırmaz, pür dikkat izlerdim. Çok süslü bir çocuktum,
aynanın karşısında hep saçlarımı
tarardım. Bir gün fark ettim ki, saçlarımı küçük Onur’un saçları gibi taramaya
çalışıyorum, hem de tarağı ıslatıp da J
Gülben Ergenle Hülya Avşar’ın kavgasında Gülben Ergen’i, popstarda
Abidin’i tutardım. Hatta Abidin kazansın diye her gece yatmadan dua bile
ederdim. Kazanınca da sevinçten annemin kucağına atlamıştım. (Ee, kazandı da
nooldu, sana bi hayrı mı dokundu? Çocuktuk işte, bilemedik saçmalık olduğunu.)
Yeşilçam filmleri evimizin neşe kaynağıydı.(hala daha
öyle) Güdük Necmi karakterini yıllarca Düdük Necmi sanıp niye adama düdük
diyorlar diye düşünmüştüm.
Daha düşünsem bir bu kadar daha çıkar çocukluktaki saflıklarım ama upuzun
bir yazı oldu zaten. Bilirim insanın okuyası gelmez.
Siz de yorum yaparak kendi çocukluğunuzdaki saflıklarınızı anlatsanıza, çok eğlenceli J
***Not: Saftım diye döşedim de bu küçükken çok akıllı bir çocuk
olduğum gerçeğini değiştiremez, 6 yaşında okumayı söken, sınıfımın en
iyilerindendim. Sınıfımın müzik öğretmenliğini üstlenmiştim, resimlerim ve yazım çok iyiydi. OKS’yi
dershaneye gitmeden kazandım falan filan, anlatmayayım şimdi, kendimi övmeyi sevmem J ***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder